Bir varmış bir yokmuş diye başlar masallar, gerçek hikayeler
aslında böyle başlamalı diye düşündüm motorla İstanbul’a dönerken. Varmış, yokmuş.
Masallarda gerçeküstülüğü tanımlayan “muş”, gerçek hayatta hakikatlerin ta
kendisi olarak kırbaçlıyor bizi.
24 Mart 2013 Pazar günü coşku ve sabırsızlıkla, ergenliğimin
ilk randevusuna gider adımlarla yaklaşıyorum. Nereye mi, Heybeliada'da üç yıldır kiraladığım yazlık evimin bahçesindeki mimoza ağacının
çiçeklerine. İlk kez göreceğim, benim
ihmalim evet biliyorum. Telaşımın bir kısmı da mahcubiyetten., 3 yıldır hep
kaçırmışım ama bu sene o istek her türlü bahanemin üstüne basarak hep yukarıda
kalmış ve evet gelmişim işte.
Evin dış kapısından bahçeye inen merdivenlerde tatlı bir baş dönmesi normal, bu, bahçe ve yanı başındaki ormanın beni karşılamasıdır, tanıyorum bu hissi. Çok özlemişim bahçemi,
ormanı, yuvamı, küçük saklı cennetimi. Mor salkım merdivenlerden inerken
benimle göz göze gelmekte kaçınıyor, ne oldu ki. Halbuki bir tatlı işveli
salınır her gelişimde, bir kusur mu işledim, hay Allah.
Arkamda kalan soldaki manolya, sağdaki Gülibrişim ve
yanındaki Selvi de bir tuhaf mıydılar mı ne. Dönüp baktım ama hiçbirşey anlamadım. Dur bir dakka ... o da ne… kapının girişinde soldaki kokina.. ilk defa görüyorum tek bir kırmızı
açmış, kan damlası gibi. Kan damlası mı?? Deli miyim neyim! Kokina bu,
lacivert olacak hali yok ya.. Yok yok ama sahiden tek bir kan damlası gibi,
hatta kanlı bir gözyaşı adeta… Hayırdır
Koşar adım ön bahçedeyim , geçen yaz diktiğim yaseminler ve
hanımelleri tam karşımda, canlarım, güzel gelişmişler ama ama ama… Kocaman bir boşluğa dayanmışlar
sanki, ne olmuş burada.. Bir uğultu var, çok derinden bir sızı , telaşla bahçeye bakınıyorum. Bir çıplaklık
var. Anne karnından çıkan bebeğin titremesi gibi bir üşüme hakim bahçeye. Hiçlik asılı havada. Allahım ne oluyor ya da ne olmuş?
Yerde birtakım yığınlar var, onları tanıyorum ama yanlış yerdeler üstüne üstlük yanlış formdalar. Uğultu devam, yoksa bu bir inilti mi? Nereden geliyo? Kulaklarımda bir çınlama.. mı … yoo bu bir çınlama değil. Ayan beyan bir seslenme bu. Derinlerden biri konuşuyor. Gözlerimi kısıyorum, daha iyi duyabilmek için.
Yerde birtakım yığınlar var, onları tanıyorum ama yanlış yerdeler üstüne üstlük yanlış formdalar. Uğultu devam, yoksa bu bir inilti mi? Nereden geliyo? Kulaklarımda bir çınlama.. mı … yoo bu bir çınlama değil. Ayan beyan bir seslenme bu. Derinlerden biri konuşuyor. Gözlerimi kısıyorum, daha iyi duyabilmek için.
M(imoza) Hoş geldin ama geç kaldın..!
B(en)Nerdesin?
M Ayaklarının dibindeyim, bir anlamda da karşındayım ama ben
ben değilim artık. Nerde kaldın?
B Ben.. geldim işte.. sana geldim hem yoksun hem benimle konuşuyorsun?
M Ben bir vardım bir yokoldum, masaldım gerçek oldum!
(karşımda O, bir ormana bir bahçeye salınıp durmuş 4 dirsekli Mimozam, şimdi sadece bir kütük, yere özensizce saplanmış bir KAZIK hatta.... kesmişler onu)
B SANA NE OLDU BÖYLE!!!!!
M Bağırma, otur, yavaş ,sakin
Bahçenin minik duvarına, mimozamın hemen yanıbaşına ilişiyorum
B Daha konuşacak çok şeyimiz vardı ama
M Gene konuşuruz
B Hiçbirşeyin kalmamış ki, nasıl konuşacağız
M Evet benim tüm geçmişimi, ellerimi kollarımı, çocuklarımı
kestiler ama bak ben çirkin bir kazık olarak dahi olsa ayaktayım, ayrıca
farkında mısın bilmem ama şu anda konuşuyoruz zaten
B Sormaya hakkım var mı, bilmek istiyorum nasıl oldu bu
M Benim anlatmamı mı istersin yoksa mor salkım mı anlatsın
B Sen lütfen
M O zaman farklı bir yerden başlayacağım vaktin var mı
B İstemediğin kadar, öl de öleyim noktasındayım
M Abartma
Buraya nasıl
geldiğimi bilmezsin sen. Dr. Sevim Hanım beni buraya getirdiğinde minicik
bir fidandım, beni sımsıkı saran saksıdan sonra buraya ektiklerinde önce çok
korkmuştum. Sonra şefkatli ellerinin suyuma kattığı sevgisi, minnacık kızının eteklerini hoplata
hoplata etrafımda dönmesi, yanıbaşımdaki ormandaki koca koca çam büyüklerimin geceleri mırıldandıkları ninniyle sakinleştim, yerleştim, hatta zaman içinde
üstüme denizden esen rüzgara bile karşı durmayı öğrendim.
Kaçıncı senemdi hatırlamıyorum, beni hep sulayan, kökümdeki
ayrıkları çam iğnelerini ve kozalakları temizleyen bahçıvan sol tarafımdan uzayan afacana yaklaştı. Elinde testereyi gördüğümde bir şey anlamamıştım aslında, orman
büyüklerim topluca iç geçirip homurdanınca bir terslik olduğunu hissettim ama
sonra çimdik atılır gibi bir şey oldu sonrasında da bir hafiflik, bir
ferahlama. Çocuklardan duyduğum nane şekeri ferahlığına benziyor olabilir mi
emin değilim. Bazen sanki oradaymış gibi salındığını hissediyordum ama bu da
geçermiş, yoksunluk birşeysiymiş, öyle dedi orman büyüklerim. “Bunun adına budama derler, insanların da
saçlarını keserler mesela daha gür ve sağlıklı çıksın diye, öyle düşün” dedi mavi çam. Anladım. O pek konuşkan değildir ama beni pek sever bilirim. (Laf aramızda bu son halime en çok o ağladı geceleri sessizce, duydum da duymazlıktan geldim)
Orman ailemi de çok seviyordum. Ah bu ormandaki çamlar, üstümde
çok emekleri vardır çook. Hiç unutmam, küçüğüm o zamanlar daha, gövdemde antenli bir sürüngen gördüğümde
tir tir titremiştim de sağ öndeki çam bana doğru koca gövdesini yaklaştırıp teskin
etmişti. (sanırım ilk ormana kıvrılmamı o ara gerçekleştirdim).
Bir duydum ki bana “titrek” ismini takmışlar ormandaki büyüklerim.
Bir müddet buna çok içerleyip gövdemi sağlam göstermek için çok gayret
sarfettim. ( Bak belki o ara biraz bahçeye doğru geri bükülmüş olabilirim.İkinci dirsek o zamana denk geldi herhalde) Alıngan
mıymışım ne. Bir kış vaktiydi hatırlıyorum, sessiz ama rüzgarlı bir gecede, rüzgar denizin tuzlu zerreleriyle bizleri
kırbaçlarken üşüyüp korkup kendimi çok biçare
hissedip orman büyüklerime kulak verdiğimde en arkadaki çam “bizim gibi iğneleri olmadan da bu
hengamede ayakta kalabilen şu küçüğe madalya takmamız lazım” diyordu diğerlerine. İçim içime sığmamıştı sevinçten ve gururdan, hey gidi ...
Ağır ama sağlıklı büyüdüğümü konuşurlardı, ben de her sene
zamanı geldiğinde içimdeki tüm minnet duygusunu sarı sarı açardım. Bu açma işini de karşımdaki mor
salkımdan öğrenmiştim. Gerçi orman ailem bunu söylediğimde çok gülüyor, onlara
göre açmak öğrenilmezmiş. Aramızda kalsın ama saçmalıyorlar! Öğrenilir, örneği
burada işte bendeniz, karşımdaki mor salkımın gözlerimin önünde tomurcuğa durup sonra gece herkes
uyurken pıt pıt açıldıklarını dikkatle izledim ben o zamanlar. O pıt pıt açılma
seslerinin ardından ortaya çıkan ipek mor taneleri hayranlıkla
seyrettim. Düşlerimde hep benim de “pıt pıt” diye açtığımı gördüm, renk
konusunda ise tek kahramanım güneşti. Onun sarı sıcağına hayrandım. Öyle
diledim. Ben de birgün açarsam eğer, minik güneşler açacağım, yoksa açmayayım
daha iyi dedim. Yanıbaşımdaki çamların iğneleri ve kozalakları ile karşımdaki salkımın mor salkımlarının arasında açmasam çatlardım.
O kadar güvenli ve beni koruyan bir ailem vardı ki, zamanı
geldiğinde açtırdığım çiçeklerimi hunhar ellerden korumama hiç gerek kalmazdı,
ben bu saklı bahçenin ve ailemin mimozasıydım. Arkadaşlarına sor bilirler, ne kadar
gençtiniz hepiniz gürültülü şeyler sizi.
Sen beni dinliyor musun?
B Dalmışım….
M Ha boşa anlatıyorum yani
B Yok yok, ben..
B Senin yokluğuna alışamayacağım sanırım
M E ben burada sana içimi döküyorum sen hicrana mı vurdun kendini
B Bir şey söyleyeyim mi, sana bakamıyorum, off saçmalıyorum
biliyorum ama çok acıdım çok
M Kime acıdın?
B Kime mi?
M Evet kime?
B Sana, bana, bahçeye, ne biçim bir soru bu allasen ya
M Yanlış yerlerdesin
B Delireceğim, yahu seni kesmişler, söylemesi ayıp cücük
gibi bırakmışlar, sana kendime ve bahçeye acımanın nesi yanlış? Kime
acıyacağım bahçe duvarına mı, Allah Allaaahh!
M Bir düşün bence
B Bunda düşünecek bir şey yok ki, ahan herşey ortada
M Bahçe büyüdüğüm bahçe, sen geç de olsa buradasın, ben desen evet at şeyi gibi, tövbe tövbe estağfurullah,
kaldım böyle, ama rağmen hayattayım ve her ne kadar gücümü çok ama çok yitirmiş
olduğumu hissediyor olsam da köklerim inadına arı gibi çalışıyor, gövdeme can
suyu pompalıyorlar, inan içim kıpır kıpır
B Eeee…
M Eee si şu, evimdeyim, ağır yaralıyım ama bahçemin orman
ailemin ve beni seven sen gibi canların yoğun bakımındayım ve en önemlisi
inadına tekrar büyümeye çok kararlıyım, bu sefer daha gümrah geleceğim sanki
B Ben de inanılmaz öfkeliyim, intikam hissimi hasretle
bekliyorum üzüntüm geçer geçmez intikam sınırlarını zorlayacağım ve bu yapılan yerde kalmayacak
M Boş lakırdıda boğuluyorsun bir sakinle
B Hep derim mağdur olan değil ona yardım edemeyen acizlerin
acısı daima daha çaresizdir
M Hadi git al intikamımı, bunun bana faydası ne olacak?
B Faydası mı
M Evet faydası
B E işte yaptıkları vahşiliğin cezasını çekecekler
M Onların cezaya ihtiyaçları yok ki
B Nasıl yok
M Sen sanıyor musun ki ben onlarla şimdi seninle konuştuğum
gibi konuşmadım
B………………
M Duymayan kulak, görmeyen göz, hissetmeyen yürek onların
cezası ah benim şaşkınım
B Manzara görmek için manzaranın kendisini yokeden Vandalları
mı diyorsun
M Üstüne bastın, bak zihnin açılmaya başladı
B Bana bir söz verir misin
M Bilmem, elimden gelen birşeyse veririm elbette
B Bir bu kadar daha yaşamaya söz verir misin
M Bir bu kadar daha yaşamak için elimden geleni yapmaya söz
verebilirim ancak
B Ya yetmezse yani ya yapamazsan
M Geçen yaz dallarıma bakıp bakıp salkım salkım attığım
tohumlarıma şaşırıyordun ya
B Ay evet bezelye gibiydiler, Allahım onları da
göremeyeceğim bir daha
M Hah işte o bezelyeler bu bahçenin, ormanın heryerindeler,
onların her biri “ben”
B Yaşamayabilirim diyorsun yani
M Öyle mi dedim bilmem
B Hem hala daha anlatmadın
M Neyi?
B Sana bunu nasıl ve kimin yaptığını
M Neyi
B Seni kesen KİM diyorum yaa, kim yoketti seni
M Yoketmek mi?
B Var mısın ki? Neden anlaşamıyoruz?
M Yok muyum sence
B Hem bak yaşamaya söz de veremiyorsun, yaşamayabilirim diyorsun yani öyle mi?
M Öyle mi dedim bilmem
B Hem hala daha anlatmadın
M Neyi?
B Sana bunu nasıl ve kimin yaptığını
M Neyi
B Seni kesen KİM diyorum yaa, kim yoketti seni
M Yoketmek mi?
B Var mısın ki? Neden anlaşamıyoruz?
M Yok muyum sence
B Hem bak yaşamaya söz de veremiyorsun, yaşamayabilirim diyorsun yani öyle mi?
M Hayır, sonsuzum diyorum, sende bugün bir salaklık mı var
B ..................
B ..................
B Faniliktendir o salaklık