Doğumgününde ölen babamı ilk ziyaretimiz, annem ben, ağabeyim ve aldığımız çiçekler babamın mezarının başındayız, cenazeden sonra yanına yaklaşmama izin verilmeyen mezarın başında. Babam orada, görünmez bir devlikte, öyle kocaman ki, içimdeki üzüntü ve yoksunluğun şiddetini bile bastırıyor görünmeyen varlığı.
Henüz yapılmamış bir mezar tabiiki, mezar taşı falan hak getire sadece üstünde numara yazan bir tahta var başucunda, üstünden 6 ay mı ne geçmesi gerekiyormuş, toprak yığını... Öylece duruyoruz.. konuşamıyorum bile babamla, o bana bakıyor ben boşluğa... saçmasapan bir iletişim ama çok sessiz ve çarpıcı...
Annem bir yandan dua okuyor, bir yandan arasına serpiştirdiği "Ah Adnancığım" larıyla birlikte toprak yığınının üstünü temizliyor ve ağabeyime işaret ediyor çiçekleri sersin diye. Sarı kırmızı krizantemler almışız, klasik Kasım çiçekleri, biraz abartmış olabiliriz şimdi düşününce... Annem duasının arasında gene hayatla iletişimde...
"ve allahü - {Bülent şu tarafa da koy başucuna doğru} ya neke... lailahe..."
Ağabeyim bir huzursuz, boyuna annemle gözgöze gelmeye çalışıyor, ama nafile, annem çok meşgul hem dua okuyor, hem kocasıyla konuşuyor, hem toprağı temizliyor hem de çiçekleri düzenliyor.
Ağabeyim dayanamıyor: "Anne, babamın mezarının numarası kaçtı?" Annem: "La ilahe ve... {Bülent iki yanındaki kabirlere de çiçek koy sevaptır, adettir oğlum}, ve ilahe..."
Annemi dinliyor Bülent, sağ ve soldaki kabirlere de ikişer çiçek atıyor!! evet atıyor...
Ve gene "Anne, babamın mezarının numarası... "Ay Bülent çantamda dur sıkboğaz etme aa... ve ilahe... Ah Adnancığım kıymetlim...
Annem bütün çiçekleri nizami bir şekilde düzenlerken, tek tek tüm taş ve çer çöpü toplarken, babamın istirahatgahını evdeki mis kokan beyaz keten çarşaflar kılığına sokmaya çalışırken, ağabeyim hep huzursuz, boyuna sağ ve sol mezarlara bakmakta, bir saçmalık var ya dur bakalım.
"Babacım ben gene hiçbirşey anlamıyorum ama çözeceğim bu işi, hani eskiden evde senden gizli olan biten herşeyi gözler, beni umursamamalarına inat herşeyi beller sonra da kucağına tırmanıp kulağına annemin deyişiyle "usulcana ve usulünce" anlatırdım ya, hani bu bizim sırrımızda ya, şşşş ses etme, ben gene takipteyim, gene birşeyler oluyor bunların arasında, sabır, az kaldı keşfedeceğim, istavritin iş başında babacım"...
Annemin duası bitti, konuşma faslına geldi, hala toprağı temizliyor, ha gayret öpüyor, babama cenazeye gelenleri anlatmasından korkmuyor değiliz, yapar çünkü.
Ağabeyim dayanamıyor artık, daha yüksek sesle "Yahu anne babamın mezarının numarası kaçtı". "Ay tamam Bülent, bir rahat vermedin, dur çantamda, hah buldum... 162 işte.. al bak Yüzaltmışiki aa"...
Ve bommmm..... annemin beyaz keten çarşaf kılığına sokmaya çalıştığı, yarım saattir başında titreşip özleştiğimiz, üstünü çiçeklere bezediğimiz, toprağına titreyen ellerle dokunup babamı hissetmeye çalıştığımız mezar numarası "163"...
Annem küçük bir çığlık selinin içinden yankılanan "Adnannnnn çok özür dilerimmm"iyle birlikte 163 No'lu mezarın üstüne tek tek yerleştirdiği çiçekleri iki kolunu kepçe yapmış 162 ye yağdırıyor
ve
Aşşağıdan şu sesleri duyar gibiyim:
163 numara: Allah allaahhh, kim bunlar acaba,
162 numara yani babam: Muhterem kardeşim, özür dilerim, bunlar benim şapşallar, ilk gelişleri, mazur görün.
Babacığım... Bak gene keşfettim..
Kahkahalarımız hala 162 ve 163 parselli mezarların başında, sana eşlik ediyorlar, hep bu annem ah annem....... :))))
Derya 29.11.2012