Anneannemin evinde bahçeye bakan küçük odada soba yanardı, kocaman kapısı bu yüzden hep kapalı tutulmalıydı, borusu tütmemeliydi küçük odadaki sobanın, ateşi geçmemeliydi, ama ateşi de sönmeden uyunmamalıydı, ya uykumuzda soba borusu tüter de bizi uyanılmayacak uykuya götütüverirseydi Allah muhafaza. Küçük odanın küçüklüğüne zıt orantılı büyük ve sayıca fazla kuralları vardı ve hepsine de harfiyen uyulurdu.
Küçük oda üç tarafı pencereli, giyotin çerçeveli, çerçevelerin üstünde anneannemin sabun kuruttuğu bir oda idi. Karşılıklı sağ ve solda birer divan vardı. Sağdaki divandan Leman ablanın evi, soldaki divandan ise Sabire Hanım'ın bahçesi gözükürdü, karşıdaki pencerelerden de aşağıdaki bana kucağını açan bahçemiz ve karşıda da Mühübaanım'ın bostanı.
Bayram ve tatillerde anneannemde olurdum hep. Kendi evimizdeki "evin en küçüğü" kimliğimden, anneannemin evindeki "prenses" kimliğime keyifle atlardım.
Bahçeye bakan küçük odanın store'ları bayramlarda indirilirdi sımsıkı.
- Sakın açma, divan örtülerinin rengini solduruyor güneş
derdi anneannem. Oysa ben çoktan keşfetmiştim birkaç gün evvel bahçeye getirilen koyunun mahalle kasabı tarafından kesildiğini, benim de bunu görmemi istemediklerini. Bu sebeptendir ki, bana gerçeği söylemediklerinden yani, onlara inat o vahşeti, dualar ve okşamalar ardından başlayan ve koyunun yan yatmış, gözleri bir bezle bağlanmış bedeninin gırtlağına vurulan bıçak darbesi ve oradan toprağa akan kanlardan sonra birkaç titreyişi takiben hareketsiz kalışıyla son bulan kanlı ritüeli seyredip hem korkar, hem ağlar, koyunun bacaklarının titremesi bittiğinde ise acısının sona erdiğine sevinerek kendimi avuturdum.
Anneannemin, koyunun bahçede kaldığı o birkaç gün içinde onu sevip elleriyle beslediği ve bunları yaparken de hep anlam veremediğim bir acıma duruşuna tezat teşkil eden kesilme sırasındaki sabırsızlığı ve sonrasındaki keyifli telaşını ise kalbimdeki "anlaşılmazlar" arasına koyup hiç sorgulamazdım. Anlayamayacaktım çünki! Aslında kendimi de anlamıyor olmanın bir yansımasıydı bu belki de, zira o dehşet sahnesinin ardından sofraya gelen bol kekikli kavurmayı hiçbirşey olmamışçasına keyifle yerken kendimden de saklanırdım.
Belki de bu yüzden geceleri çatıdaki yasaklanmış tehlikeli balkona çıkıp danaları kovalayan bostancıyla gözgöze gelme fantazisiyle kendimi korkutarak cezalandırıyordum, kimbilir?.......
Koyunlar....kuzular.... geç bir özürü kabul eder misiniz...küçüktüm bilmiyordum, yok yok biliyordum da, aklım ermiyordu karşı çıkmaya... pardon..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder