13.10.2007

DUYGULARIN KOKULARI.....

Güzel müzikler şahane kokular yayar mı...... Ya da enfes kokular doyumsuz notalar duyurur mu kulaklara........ Önünde diz çöktürecek kadar güzel manzaralar ağızda en sevdiğiniz lezzeti uyandırır mı....

Görmeyen birisine renkleri nasıl tarif edersiniz, belki de bu tanımlarla, ve işte evet, bu tanımlar görmeyen kişinin en esasında "gören ama gözüyle görmek kafesine kapatılmış" bizlerin farkına varamadığımız gerçek gözüne gösterir anlatılanı...

Karışık oldu ama anlaşılmaz olmadı sanırım... Güzel müzikler dinlerken neden hep birşeyler içmek isteriz, ya da mis gibi bir koku aldığımızda, en azından bende böyledir, neden en sevdiğim müziği duyar gibi olurum, çok dokunaklı bir an ya da seyri doyumsuz bir manzara karşısında neden aklıma en azından bir fincan mis gibi dumanı tüten kahve gelir...

Çünkü gözün gördüğünü ruh kendi lisanıyla söyler bana, gözün ilettiği doyum/haz, esas kimliğimizde farklı şifrelenmiştir, aslında o hep böyle söylemiştir de, duyuramamıştır sesini, hala daha duyuramadıkları olduğu gibi aynen.

Hiç öyle "kendimle barıştım, ruhum beni ben ruhumu duyuyoruz" falan gibi söylemlere girmiyorum, hayır, sadece bende uyanan bu bana göre "şuur"u, belki de sesini duyuramayan ruhu taşıyan birtakım kişilere "çalar saat" vazifesi görür de uyanan benlikler içlerindeki ruhlarla sonunda haberleşebilir ümidi, ya da belki sadece uyanan şuurumu yazarak kendime tekrardan, kayıt altına alarak, sabit kalemle , bir daha silinmemek üzere, yazmak telaşı...

Baktım yağmur yağıyor İstanbul'da, hem de çığlık çığlığa yağıyor yağmur! Penceremden görünen yol ve kenarındaki ağaçların son bir gayretle sonbahara direnen yarı sararmış yaprakları, onları kadife doku ama şelale telaşıyla döverek yıkayan yağmurun altında gönüllüce ıslanan ve hoyrat darbeler altında memnun ıslaklar olarak duruyorlar, yapraklar kah yere düşüyor, kah bir alttaki dalın kenarına takılıyor, asfaltta oluşan küçük gölcükler geçen arabaların lastiklerinin açtığı oluklarla birbirlerine birleşip daha büyük göller haline geliyorlar ve derken o göller pırıl pırıl küçük nehirler olarak farklı kollardan akıyorlar, dehşet güzellikte bir tabiat senaryosu Gayrettepe'nin sokaklarından birinde kostümlü prova yapmakta.... Ve ben bu manzaranın karşısında, gören gözlerimle yetinmeyip gidip kendime bir kahve yapıyor ve döndüğümde ise aynı gösterinin karşısında ağzımda tatlı/buruk kahve lezzeti, burnumda ciğerlerime çekmekten keyif aldığım mis gibi kahve kokusu ile yerimi almışken bununla da yetinmeyip bir de müzik seçiyorum fona.

Bunları neden böylesine doğal bir sıra ve isabetli seçimlerle tereddütsüz ve başarılı becerebildiğimi aldığım zevkin artarak devam etmesi karşısında sorguladığımda ise, işte yazıya başladığım satıra geliyorum.... Bu noktadan itibaren bu yazım sonsuz olabilir, sarmal olabilir, buradan başa dönüp, hiç bitmeden , bitirmeden devamlı okunabilir, aynen hayat gibi, seçtiğimiz herşeyi istediğimiz kadar tekrar tekrar yaşayabileceğimiz ve sarmallaştırabileceğimiz gibi....

Neye niyet neye kısmet, nasıl başladı ve nasıl bitemedi.... bitirmek istememiştim zaten... aynen hayat gibi.....bitmedi......

Derya

DEMİŞTİM ...

Demiştim
Ensemden öpme demiştim
Ayrılık getirir demiştim
Demiştim
Getirdi...

Enseden öpülmez
Ayrılık getirir
Böyle öğrenmiştim
Hiç de öptürmemiştim
Ensemi

Sevmediğim için ayrılığı
Ensemi değil
Seni de değil
Ayrılığı sevmediğim için

Öptün ve Oldu mu
Oldu, Ayrılık oldu
Doğru çıktı
Dinlemedin
Demiştim oysa

Denmişti bana çünkü
Ayrılık getirir
Ve
Getirdi

Artık öpmem desen de
Artık öpmesen de
Öpmemek de bir ayrılık
Bak oldu işte
Getirdi
Enseden öpme
Ayrılık getirir
Demişlerdi....

Derya
13.10