24.06.2010

İlhan Selçuk yaşıyor muydu ki ölsün! demiş birisi

İlhan Selçuk yaşıyormuydu ki ölsün?
Diye sorarak başladığı yazısına nefret kusarak devam etmiş.. Arkasından tören, anma düzenleyenlere de boşuna uğraşmayın dercesine. ‘ ..o gövde çürüktür artık, içi boştur, dediğim gibi kurtludur.’ Diyerek son noktayı koymuş...
Kim mi bu kifayetsiz muhteris? Engin Ardıç denen köşe yazarı...
Buyrun okuyun önce...
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2010/06/23/yasiyor_muydu
....
Bir insan, bir gazeteci, bir meslektaş... Daha toprağa verilmeden bir ölünün ardından bu kadar saygısızca nasıl konuşur diye kendinizi boşuna harap etmeyin. Yazdıklarının hiç biri ne geçmişten gelen bir husumete, ne de köşeleri birbirine ters iki medyanın dayanılmaz ucuzluğuna bağlı değildir. Son derece basit bir sebebi vardır bu öfke dolu zamansız zırvaların... Son derece basit ve küçük bir sebep... Bir gece önce elinde kalan çükünün hıncıdır bunları ona söyleten. Çünkü bu adamın çükü ne zmaan elinde kalsa böyle çirkefleşir. Köşesinden zehir saçmakla tehtid eder, kabalaşır. Nereden mi biliyorum? Bizzat yaşadım da ordan...
Hikayeyi uzun uzun yazıp, matah bir anıymış gibi süslemeye kalemim el vermez, ancak biraz detay yazmazsam da durum tam kendini ele vermez.. Biraz kısa, biraz uzun o günü yazmalıyım.
Bu zatın büyük bir ulusal kanalda haber sonrası yorum yaptığı yıllar. 95 Haziranı olabilir, emin değilim ama öyle olmalı.. Kuruçeşme Zihni barda karşılaştım bu zatla... İğrenç bir anımdır, ilk defa anlatasım geldi. Farzedinki dün öldü ve şu an cenaze namazı kılınıyorken ona veda yazısı yazmam gerekti.
İzmir’den gelen bir kız arkadaşımla, eski sevgili olan zihni’nin barına gitmeye; son zamanlardaki aşırı zayıflığın altında bir marazi durum olup oladığına yarı şaka yarı ciddi bir endişe ile bakmaya karar verdik. Birkaç yıl aynı reklam ajansında meslek gereği şık ve bakımlı giyinen iki İzmirli arkadaştık. O kendini Marmaris’in Turunç koyuna attığından beri bir meczupa dönüşmüştü. Ya da bana öyle geldi.
Uzun zamandır ilk defa bir aradayız. Eski günleri yad ederken ona dedimki.. Kızım bu hain ne? Gel berbere gidelim, biraz bakım falan... O, düz olan saçlarını kıvır kıvır, ben kıvırcık olan saçlarımı altın sarısına açtırarak dümdüz yaptırıverdik... Tırnalar??? Kırmızı!!! Hiç sürmeyiz oysa... Dudaklar??? Kırmızı!!!! Hayatımda sürmedim. Sürmem aa, o kadar da değil... Kot pantalon gömlek, hafif makyaj, hazırız.
(Haziran yağmuru o günde vardı ne hikmetse... Bu adam bana Haziran yağmuruyla yağmaya devam edecek anlaşılan, neyse...) Açık havada oturuken birden inanılmaz bir yağmur indirdi. Aceleyle bütün müşteriler alt kata indik. Haliyle içerisi sıkış tepiş bir hal aldı. Zihni eski enişte olduğundan kıyak çekip barda bir köşeye iliştirdi bizi... Oturup, birbirimizi görünce ikimizde deliler gibi gülmeye başladık. Onun kıvırvık saçları sopaya; benim düz fönler kıvırcık antenlere dönüşmüştü. Gerçekten komiktik bize göre. Birden bir viski bardağı tutan bir el uzandı aradan ‘ Pardon, koymamda bir sakınca var mı?’ dönüp baktım iyi giyimli bir bey.. ‘Tabii’ dedim. (Tamamen bardağı kast ederek elbette.) Ardından bir tekila bardağı uzandı... Sen de koy hadi, diyecektim ki bu sefer arkadaşı tanıdım...Hayli minik minyon izmirli bir gazeteci arkadaş... (isim vermiyim anlayan anlasın) Onu tanımam, ardıç kuşunu tanımamam birinci dereceden beni hedef yaptı sanırım... Adam hedefe kitlendi dakkasına.. Kulağıma kendini tanıtan cümleler kurmaya başladı, vır vır... Döndüm... ‘Tamam kim olduğunuzu anladım. Ama sizinle ve düşünceleriniz ile ilgilenmiyorum, erkek dergilerinde kadın anlatan birisiniz beni hiç ilgilendirmiyor sizin fikirleriniz. Arkadaşımla uzun zamandır görüşmedik onunla ilgilenmek istiyorum izninizle’ dedim... Vayyyyy!! Sen misin bunu diyen... ‘Saçları sarıya boyayıp buralara geldiysen seninle kimin ilgilenmesini istediğin açık.’ Demesin mi? O zamanlar daha deliydim, lafımı sözümü hiç esirgemden konuşmam meşhurdu.
‘Çok iğrençsin... Kes sesini’ diyiverdim. Ben bunları konuşurken benim arkadaş İzmir’den geldiğini İzmirli olduğumuzu hemşehrimiz yazara yumurtlayıvermiş bile... Bunu duyar duymaz. İizmirli kadınları bilirim, hepsi orospudur; sen de bu gece bana vereceksin boşuna nazlanma’ dedi... Bar taburesinde tam dizime denk gelen şeyinide dizime dayadı. ‘ O tekila bardağını dizimden çek!’ diyiverdim.
Adam hepten zıvanadan çıktı. Geleceksin!!! Seni sabaha kadar s.... falan noktasına vardı iş. Ben artık iyice adamı sözümle dövmeye başladım, daha detay anlatmıyım siz hayal edin. O sırada barda kayınbraderimin patronu ile karısı ve daha önce beraber çalıştığımız, o günlerde sabah gazetesinde çalışmaya başlayan Uğur isimli eski asistanım var... Barmen de durumu anlayıp Zihni’ye haber uçurdu anında. Uzaktan bizi izliyor o da. Dışarıya nasıl bir elektirik verdiysem artık, Uğur durumu anlamış olmalı, yanıma geldi. ‘ Yaseminler gelmişler aşağıda bizi bekliyorlar hadi gidelim’ dedi... Benim saftirik arkadaşım ‘Yasemin kim? Dediğinde gözlerimi öyle bir açmışım ki hemencik anladı yasemini, sümbülü... ve biz apar topar giderken bana döndü dedi ki, ‘ yarın yorumumda seni anlatacağım, herkese rezil olacaksın!’
Uğur bizi aşağı kadar indirdi taksiye bindirdi eve yolladı... Ve uğur sabah beni aradı, arkanızdan bardan atıldılar, dedi.. Akşam geçtim ekran karşısına...
Ardıç kuşu gecenin ve gündemin yorumunu yapıyor... İstanbul’da eğlence yerlerinin çivisi çıkmış,, sarışın hafifmeşrep kadınlar herif götürmeye gelip, işine gelmediğinde evliyim diye kendilerini namuslu sınıfına koyuyormuş falan da filan...

Faşist şey içinde kalan son kurtları da böyle döküyordu.
...ama o çük çürüktür artık, içi boştur, dediğim gibi kurtludur.

Mehtap Akdeniz
24.6.2010