4.10.2010

ANNEMİN HUZUR'DAN HUZURA GEÇİŞİ....

Annem, Cumhuriyet kızı, Çapa Kızöğretmen Okulu'nun gururlu ve ama idealist mezunu, Atatürk derken sesinde Mustafa Kemal, gözlerinde Ata'nın çakmak çakmak menevişleri, yüreğinde ise gözyaşları ha gayret görülen annem.....

2001 yılında bizim evdeyiz, ya Cumhuriyet Bayramı ya da 10 Kasım, annem her milli bayramda olduğu gibi, 1938 10 Kasım'ına gidiyor, 18 yaşına, gözyaşları bile ergen.....

Eren: Güzin Anne, Anıtkabir'e sahiden de gitmediniz mi?
Annem: Ah Eren'ciğim, vallahi söylemeye utanıyorum, gitmedim, gidemedim, olmadı ne bileyim çok mahcubum çok...
Eren: E ben sizi götüreyim o zaman
Annem: Ayyyyy, ciddi mi söylüyorsun (bu sefer dudaklarını büzerek ağlamaya başladı)
Eren: Güzin anneciğim, ağlamazsanız götüreceğim, söz valla....

Aradan aylar geçti..... Ankara'ya gitmek bana çok ama çok sıkıcı geliyordu, bildiğiniz kaytarıyordum. Eren gayet ısrarlı, annem ise mütevekkil ama ümitli bir bekleyişteydi. Alzheimer'ın yavaş yavaş kendini göstermeye başladığı zamanlardı maalesef, ama Atatürk belleklerüstü bir duygu/ruh şifresi olduğundan annemin Alzheimer'ına da galipti.

Mızıklamam, huysuzlanmam, kaytarmaya çalışmam, hiçbiri kâr etmedi, Eren ayağını yere vurdu ve "anneni bu hayatta Anıtkabir'e götüremezsem müsebbibi sen olursun Derya!!" dedi. Haklıydı, annem 81 yaşındaydı ve evet, her an "götürememiş" olabilirdi Allah muhafaza.

Kendime geldim ve yola çıktık. Annem bana çok yabancı bir heyecan ve aşk içindeydi. Yadırgadım bile.... Ankara'ya Eren'in hoşsohbeti, annemin birbirinden leziz anıları ve bendenizin hafif buruk/panik kahkahaları eşliğinde girdik.

Otelimiz Anıtkabir'in çok yakınında idi, annemin o gece kıyafetleriyle uyuduğundan şüpheleniyorum. Sabah kahvaltıda ve sonrasındaki kahve keyfinde bacak bacak üstüne bile atmadı, çoktan "esas duruşa" girmişti ruhu...

Ve Anıtkabir,

Annem ve Anıtkabir...... Dolmakalemiyle gelmişti annem, babamdan ona yadigar Mont Blanc dolmakalemiyle, Ata'nın defterine başka neyle yazabilirdi ki, Çapa Kızöğretmen Okulu muallimelerinden Güzin..... Yazdı..... uzun uzun hem de....

"Müfredatım hala aynı Ata'm" diye de bitirdi.....

Aslanlı yoldan ilerlerken annemin boyu uzamıştı, adımları enerji dolmuştu sanki, Eren'in kolunda aslanları teftiş ediyordu neredeyse.

Merdivenlere geldiğimizde, annem artık bir ceylan olmuştu, tek bir duraksama bile yapmadan, dosdoğru bir çizgi üstünde cetvel gibi nizami çıktı merdivenleri, biz de arkasında efsunlanmış gibi .

İçeri girdik, annem önce oradaki askerleri selamladı, Allahım annem Komutan mı olmuştu.... Evet, bayrağı ilk devralan gençlikti o, Cumhuriyet kızıydı, bayrağı gözlerindeydi, onu getirmişti.... lahitin önüne geldiğinde tuhaf birşey oldu, arkamızdan gelen insanlar durdular, lahitin önünden geçmekte olanlar kenara çekildiler, sanki Atatürk Cumhuriyet kızıyla başbaşa kalmak istemiş, diğer ziyaretçileri eliyle kibarca beklemeye almıştı..... İki yanda insanlar, "pause" düğmesine basılmış gibi, ortada Atatürk - annem ve annemin elindeki gül....

Konuşmaya başladı, gözlerinde yaş, sesinde titreme yoktu, ama tüm duruşunda dimdik bir "inanç" vardı... "Buyum" diyordu tüm bedeniyle, "hep buydum ve hala da buyum işte..." Ardından annem, o zarif ve hafif soylu, belki biraz da kendince kibirli annem, okulunun marşını söylemeye başladı, Çapa Kızöğretmen Okulu'nun marşını..... Yıllarca Cumhuriyet Bayramı'nda, 19 Mayıs'da okulunun bayraktarlığını yapmış Güzin.... bu kez huzurda solo icra ediyordu okul marşını....

Marşı bitirdi, elindeki gülü ilerleyerek lahitin üzerine bıraktı, lahiti eliyle hafifçe okşadı, askerlerin gıkı çıkmadı, bizde ise çıkacak gık falan kalmamıştı, ancak robot gibi arkasından yürüdük.

Annem o gün Anıtkabir'de "huzura çıkmıştı". Ankara il sınırlarından çıkıncaya kadar da huzurdaydı. Sonrasında ise Ata'sını son kez görmenin huzurunda geldi İstanbul'a.

2002 yılının ilkbaharı idi..... Eren annemin gönlündeki tahtını altın kaplatmıştı, hakkıydı.

"Derya, Güzin anneyi bu hayatta Anıtkabir'e götüremezsem müsebbibi olursun...."

Ucu ucuna gitmişiz..... Güzin anne huzura çıkmanın "huzurunu" yaşıyor , hala yaşıyor...., hatırlamasa da biliyor, duruşundan belli....