6.10.2007

İLK YAZILARIMDAN BİR DEMET -V-

OLSA....GELSE...

Biri olsa,
Biri gelse,
Dese ki,
Geldim
Koşulsuz, şartsız, beklentisiz,
Sadece geldim
Konuşmaksa konuşmak,
Gülmekse gülmek
Ağlamaksa ağla....hayır bu yok!
Sevişmekse sevişmek,
Susmaksa susmak
Evet, evet, evet..
Susmak!
İşte bu!
Tüm söylenmeyenleri,
Bütün sevinçleri korkulan,
Bütün korkuları ertelenen,
Bütün hayalleri saklanan,
Bütün duyguları bastırılan,
Hepsini susmak,
Beraber, aynı anda
Susmak için geldim dese....
Bir gelse!.......

Derya
11 Ağustos 2005
23:11

İLK YAZILARIMDAN BİR DEMET -IV-

Aklıma mı geldi, yoksa içimden mi geldi, pek bilemiyorum, ama bir şekilde içimdeki yerinden çıkıp kendini göstermek istedi belli ki..

Küçük bir hikaye:

Küçük kız ailesinin hayatına, hiç beklenmez iken, ani bir giriş yapmış. Annesi çok paniklemiş, babası ise sevinçten havalara uçmuş. O, babasının "istavrit"i olmuş, baba ona aşık, o babaya hayran, abi ve ablaya gösterilmeyen tüm hoşgörüleri, onlara öğretilmeye zahmet edilmemiş tüm bilgileri, onlara zamanında verilmemiş tüm izinleri almış, hayat yastığının içine doldurmuş. Onu çok sevmişler, ama o da tüm tavrını "kendini daha da sevdirmek" üstüne kurmuşmuş zaten...

Cömert sevgi onu güzel büyütmüş, çok güzel bir kız olmuş, büyükler "tekne kazıntıları hep güzel olur" buyururlarmış onu gördükçe.

Ama herşeyin fazlası zarar ya! Fazla sevgi ve neticesinde gelen fazla albeni "altın bir kafese" hapsetmiş kızımızı. Çok sevilmenin yarattığı güzelliğin getirdiği endişe bir "koruma zırhı"nın içine sokmuş kızımızı babası tarafından.İşin komiği kızımız da uzunca bir süre bu zırhın dışına çıkarsa "öcülerin" onu yiyeceklerine inanmış.

Derken, geçen yıllar ve bu zamanın ince, yavaş ama pek tesirli küçük ipuçları sayesinde kızımız bir gözünü açmış ki zırhın içinde olmayanlar ondan daha çok eğlenmekte. O da daha çok eğlenmek istemiş, o kadar çok istemiş o kadar çok istemiş ki, sonunda babasını bile ikna etmeyi başarmış ve zırhtan çıkmış.

Başlamış eğlenmeye, ama bir gün,aniden, babası çıkıvermiş hayatından, hem de temelli, bir daha dönmemecesine... Acı, özlem, isyan bir yana, sırtında onunla birlikte heryere giden kocaman, güvenli, sağlam, yaslandığı duvar da yıkılmış meğer.!

Çok korkmuş ama çare yokmuş bu duruma, artık duvarsız yürümek zorundaymış.

Etraftaki herkes kızın artık evlenmesini istermiş, ama kızımızın hiç böyle bir niyeti yokmuş, o sadece "anne" olmak istiyormuş. "Olmaz!" diyormuş sistem ona, "evlenmeden anne olunmaz, AYIP!", "OLUR İŞTE!" diyormuş o da inatla, "ben ki bir yıldır 23 yıllık duvarım olmadan yürüyebiliyorum korkmadan ve tökezlemeden, evlenmeden anne de olabilirim pekala!"

Sahiden de o günlerde evlenmeden "baba" olmak istediğini söyleyen biriyle tanışmış, çok anlaşmışlar bu konuda. Çok sevinmiş bizimkisi, ama bu ortak hayal yalan olmuş, nasıl olduğunu anlamadan evlenivermişler.

Hemen de, hem de arka arkaya ikişer defa "anne-baba" yapmış hayat onları. Evlilik denilen tatsız, yağsız, sade suya pişirilmiş lezzetsizliği ve iki kişilik yanlızlığı çok güzel baharatlarla, çok egzotik tatlarla, kah ekşi, kah tatlı, kah kekremsi, ama neticede çok doyumsuz bir ziyafete çevirmişler.

Derken "baba" bu seferde gidivermiş hayatlarından, hem de aynı yol, aynı yöntem, aynı beklenmezlikde.

Çoktan kendi duvarını kaybetmiş olan kızımız bu kez de çocuklarının sırtından yıkılan duvarların derdine düşmüş. Kendisi duvarsız yaşamaya ve yürümeye sevmeden de olsa alışmışken, çocuklarının çok daha erken bir yaşta duvarsız kalmalarına kıyamamış, ve.. ne yapmış dersiniz?

O, kendi babasının tek tek öperek esirgediği parmakları ile çocuklarının sırtlarına duvar örmeye başlamış. Ellerinin acısı yüreğine oturmuş, ama dayanmış, kollarının ağrısı düşüncelerini parçalamış, ama dayanmış, çünki duvarsızlık çok acı, çok zor, çok ağır ve bir o kadar da huzursuzluk verecek kadar güvensiz, oynak, "bu küçükler bunu kaldıramaz" demiş kendi kendine ve dayanmış.

Bakmamış kendi sırtına bir daha hiç!

Bir gün yorulmaya başlamış, gittikçe artan bir yorgunluk, dinlenmesi bulunamayan bir yorgunluk, yoğun ve sürekli. Yürümek bile istemez oluyormuş artık, ama yürümezse çocuklar ne yaparlar, o koca yolun ortasında nerede durup ne yöne nasıl gidileceğini bile kestiremezler. Bir gayret tekrar doğrulup yürümeye koyulmuş..

Yorgun, isteksiz ama hala kararlı bir sürüklenme içindeyken birden birisi bir el atmış kızın yüküne. Şaşırmış bizimki , "bana yardım mı ediliyor? Neden? İstemedim ki! İstemek de bana yakışmaz zaten!" gibi edindiği o yalan kibirin ezberlerini tekrarlarken bir de dönüp bakmış ki yardım falan yok!

Meğer ne olmuş biliyor musunuz? O "birisi" eğilip, bizim kızın duygularına seslenmiş, demiş ki "duvarları örmüşsün ama çocuklarının sırtına koymayı unutup kendi sırtına yüklenmiş taşıyorsun! Yapma! O duvarların yeri senin omuzların değil! İndir, taşıma onları!"

Duygular aralarında toplanıp konuşmuşlar, demişler ki "doğru, bu omuzlar rahat olmalı ki biz de istediğimiz gibi bu ruhu besleyebilelim, böylece çocuklar kendi duvarlarına yaslanarak, anneleri ise bizim beslediğimiz ruhun kuvvetiyle yürümeye devam edebilsinler."

İşte böyle, bu hikaye daha bitmedi ama devamını henüz kimse bilmiyor, ne bizim kız, ne çocuklar, ne o "birisi", ne de duvarlar!

Derya
4 Ağustos 2005
01:30

İLK YAZILARIMDAN BİR DEMET -III-

Merhaba! Uzun zamandır biraraya gelemedik. Esasen aklımın kelimeleri şuurumun kağıdıyla buluşmakta sürekli, ama onlar kendilerini öyle bir derinlere gizliyorlar ki, değil okumak, varlıklarını farketmek bile, benim için dahi, imkansız gibi birşey.

Yaşananlar, hissedilenler, algılanan olaylar, herşey beynimizin bu iş için ayrılmış bölümünde dosyalanıyor ya, o dosyalar da sürekli çoğalıyor ya, o çoğalanlar belli etmeden bizi yoruyor ve yavaşlatıyor ya, işte ben bunlara engel olmak için sizi buluşturuyorum belki.

Hatıralar, yaşanmışlıklar, güzel ya da acı, önemli değil, içimizde kapalı kutular içinde bekledikçe eskiyor, eskidikçe ağırlaşıyor, ağırlaştıkça da bizi engelliyorlar.

Güzel anılar zamanın gerisinde kalmanın avantajını kullanarak yaşanmış oldukları an'dan daha güzel gözükme telaşında, makyaj yapıp, süslenip, bizi kandırıyor ve bir daha onlar kadar güzelini yaşayamayacağımız konusunda böbürlenerek bizi geçmişe hapsetmek istiyorlar.

Acı olanlar ise acılıklarının tüm baharatlarını ortaya çıkartarak, canımızı yakmaya devam ederek, kendilerini güncel tutmak için, bizi acıtarak kullanıyorlar.

Netice: "Geçmişte yaşamak" denilen hapishaneye güle oynaya, gurur ve istekle giriyoruz. Bununla da kalmayıp, çevremizdekileri de o içinde bulunduğumuz "geçmiş" mahpusunun derinliklerine çekmeye çalışarak dünyadan, günden ve an'dan uzaklaşıyoruz.

Yapmamak lazım, evet yapmamak lazım! Esas olanın "bu an" olduğunu bilmek, kabullenmek ve tadını çıkartmak lazım. İçinde bulunduuğumuz zamanın bir salisesinin dahi bir daha aynı kurguyla tekrarlanamayacağını bilmek, ama telaşa da kapılmadan, ne kadar güzel ve ne kadar cazip olursa olsun onu tutmaya, sürüklemeye çalışmadan bir sonrakinin de kendine özel olacağına güvenerek bırakmak, an'ın geçip gitmesine izin vermek, hatta bir sonrakine keyif ve heyecanla atlamak lazım....

Böyle yapmak lazım.........

Derya
19 Temmuz 2005

İLK YAZILARIMDAN BİR DEMET -II-

Her zamanki tesadüflerden biri daha.. Sebepsiz yere "yazmaya" ara verişim, ve bugün, gene "sebepsiz" yere yazmak isteyişim, son yazımın tarihi 5 Ekim, bugün ise 5 Kasım.

Duydum, mesajı aldım... Bağlantıda olduğumu unutmaya yüz tutmuş olmalıyım ki tekrar "hatırlatılıyor" bana.. Herhalde!

Biliyorum bağlantıda olduğumu, artık eskisi gibi "ille de bir işaret noolur" ısrarında da değilim, ama gene de demek birşeyleri ihmal ediyorum ki bu anlık tesadüflerle kendime getiriliyorum. Ruhum huzurlu, ruhum barışık, zaman içinde zaman yaşıyorum gene arada bir, ama bunlar hoş ve kısa ziyaretler olmaktan öteye gitmiyor, ve, bugüne döndüğümde bugünden memnun olmanın da keyfini yaşıyorum. Gene aklım karışıyor eskisi gibi ama nasıl oluyorsa, bilmiyorum, aklımın karışıklığını, beni daha da ileriye götürecek yeni, yepyeni açılımların küçük basamakları, küçük işlemli problemleri olarak adlandırıyor ve kaosum sakinlediğinde bir basamağı daha çıkmış olmanın huzur ve gururunu hissediyorum, rahatlıyorum.

Artık soru sormuyorum, artık cevap da beklemiyorum doğal olarak. Mevcut olaylar beni şaşırtsa da korkutmuyor, hem bugünü ve bugünün gerçeklerini yaşıyor, hem de sebebini bilmediğim ama da artık sorgulamadığım huzur ve emniyet duygularımın konforunu yaşıyorum.

Acaba bu defter kalıcı olacak mı? Olcaksa eğer, acaba yıllar sonra okunduğunda karmaşık, karışık, hafif üşütük bir şuurun yansıması olarak mı görülecek? Bilemem.. İlerleyen sayfalarda belki güncel olay ve değerleri irdelersem belki daha "anlaşılır", daha "derli toplu" bir resim çizebilir okuyanın aklında. Olsun, her ne kadar aslında yazılan herşey okunmak için yazılıyor olsa da ben şu anda sadece kendimle yaptığım konuşmaların ana hatlarını oluşturan bir kelimeler ordusunu duygu/akıl sistemimden azad edip yerlerine yerleştirmenin huzurunu tatmak adına yazdığıma inanıyorum.

Uzun cümleler oluyor, farkındayım, ama onlar, yani aklımdaki, kalbimdeki düşünceleri dile getiren sözcüklerden oluşan cümleler, birbirini o boyutta bırakmaya kıyamayan kelimelerin elele tutuşup bir sonra geleni de kendileriyle birlikte götürmek istemelerinden uzuyor. Eminim daha sık yazdıkça bana güvenmeyi öğrenecekler, ve aslında hepsini azad edeceğime inanıp daha kısa cümleler oluşturma sabrını kazanacaklar....

Derya
5 Kasım 2004

İLK YAZILARIMDAN BİR DEMET -I-

Uzunca bir süredir "yazmak" benim için bir anlamda "topraklanmak" eylemiyle eşdeğer. Aklımın içinde klasifiye edilemeyen duygu ve tesbitlerimin bir çeşit "dosyalanması" işlemi, ruhuma verdiği rahatlık ise, bedenimdeki negatifliklere paratoner vazifesi görmesi.

Ne var ki yazmak, ancak kendimi rahat hissettiğim zamanlarda yapabildiğim birşey. Hani sancılanınca nefesimizi tutarız ya bilmeden, oysa aslında nefes alsak sancı, kasılma daha az rahatsız eder ama biz gene de en ilkel içgüdümüzün esiri olmayı seçeriz ya bilinçsizce, işte aynen bunun gibi, ben de aklım ve ruhum huzursuz olduğunda yazmamı tutuyorum, nefesimi tutar gibi.

Bunun, düşünüyorum da, yazacaklarımı görmek, okumak ve gözgöze gelmeten korkmaktan öte, daha anlamlı bir sebebi olsa gerek. Sanırım stabil olmayan duygu ve ruh halinde ifade becerim de stabil olamıyor ve ben, ardarda dizilmiş kelimelerden öte bir anlam taşımayacağını düşündüğüm için gizliyorum o dışarı çıkmakta zaten tereddüt edenleri.

Sonra, duygu ve düşüncelerimin tozu dumanı yatıştığında aklımın içinde oradan oraya savrulanlar birden sıraya giriyorlar, hepsi kendi yerini buluyor, sonra da yazılmaya hazır bekliyorlar.

Asla sabırsız değilller, onların şifrelerinde bana güvenmek var, kodlanmış, biliyorlar ki br gün, bir vesileyle, ya da belki tamamen sebepsiz, bir kağıdın satırlarını oluşturup yerlerini alacaklar.

Hiç yanılmadılar, aynen şu an da yanılmadıkları gibi. Kim derdi ki bir gün kağıt satırlarını oluşturmak yerine bir defterin sayfalarına kurulacaklar... Kim derdi ki 2004 yılının 5 Ekim'inde bir Salı günü, fabrikada, öğle yemeğinden sonra içilen kahve eşliğinde dünyama "fiziksel" olarak kaydedilecekler, onları kimbilir kimler okuyacak, kimbilir kimler de okumayacak, ama onlar bunu hiç önemsemeyecek, çünki "yazılanlar" için en büyük gurur "yazılmış" olmak....

Derya
(5 Ekim 2004, Salı)