6.10.2007

İLK YAZILARIMDAN BİR DEMET -IV-

Aklıma mı geldi, yoksa içimden mi geldi, pek bilemiyorum, ama bir şekilde içimdeki yerinden çıkıp kendini göstermek istedi belli ki..

Küçük bir hikaye:

Küçük kız ailesinin hayatına, hiç beklenmez iken, ani bir giriş yapmış. Annesi çok paniklemiş, babası ise sevinçten havalara uçmuş. O, babasının "istavrit"i olmuş, baba ona aşık, o babaya hayran, abi ve ablaya gösterilmeyen tüm hoşgörüleri, onlara öğretilmeye zahmet edilmemiş tüm bilgileri, onlara zamanında verilmemiş tüm izinleri almış, hayat yastığının içine doldurmuş. Onu çok sevmişler, ama o da tüm tavrını "kendini daha da sevdirmek" üstüne kurmuşmuş zaten...

Cömert sevgi onu güzel büyütmüş, çok güzel bir kız olmuş, büyükler "tekne kazıntıları hep güzel olur" buyururlarmış onu gördükçe.

Ama herşeyin fazlası zarar ya! Fazla sevgi ve neticesinde gelen fazla albeni "altın bir kafese" hapsetmiş kızımızı. Çok sevilmenin yarattığı güzelliğin getirdiği endişe bir "koruma zırhı"nın içine sokmuş kızımızı babası tarafından.İşin komiği kızımız da uzunca bir süre bu zırhın dışına çıkarsa "öcülerin" onu yiyeceklerine inanmış.

Derken, geçen yıllar ve bu zamanın ince, yavaş ama pek tesirli küçük ipuçları sayesinde kızımız bir gözünü açmış ki zırhın içinde olmayanlar ondan daha çok eğlenmekte. O da daha çok eğlenmek istemiş, o kadar çok istemiş o kadar çok istemiş ki, sonunda babasını bile ikna etmeyi başarmış ve zırhtan çıkmış.

Başlamış eğlenmeye, ama bir gün,aniden, babası çıkıvermiş hayatından, hem de temelli, bir daha dönmemecesine... Acı, özlem, isyan bir yana, sırtında onunla birlikte heryere giden kocaman, güvenli, sağlam, yaslandığı duvar da yıkılmış meğer.!

Çok korkmuş ama çare yokmuş bu duruma, artık duvarsız yürümek zorundaymış.

Etraftaki herkes kızın artık evlenmesini istermiş, ama kızımızın hiç böyle bir niyeti yokmuş, o sadece "anne" olmak istiyormuş. "Olmaz!" diyormuş sistem ona, "evlenmeden anne olunmaz, AYIP!", "OLUR İŞTE!" diyormuş o da inatla, "ben ki bir yıldır 23 yıllık duvarım olmadan yürüyebiliyorum korkmadan ve tökezlemeden, evlenmeden anne de olabilirim pekala!"

Sahiden de o günlerde evlenmeden "baba" olmak istediğini söyleyen biriyle tanışmış, çok anlaşmışlar bu konuda. Çok sevinmiş bizimkisi, ama bu ortak hayal yalan olmuş, nasıl olduğunu anlamadan evlenivermişler.

Hemen de, hem de arka arkaya ikişer defa "anne-baba" yapmış hayat onları. Evlilik denilen tatsız, yağsız, sade suya pişirilmiş lezzetsizliği ve iki kişilik yanlızlığı çok güzel baharatlarla, çok egzotik tatlarla, kah ekşi, kah tatlı, kah kekremsi, ama neticede çok doyumsuz bir ziyafete çevirmişler.

Derken "baba" bu seferde gidivermiş hayatlarından, hem de aynı yol, aynı yöntem, aynı beklenmezlikde.

Çoktan kendi duvarını kaybetmiş olan kızımız bu kez de çocuklarının sırtından yıkılan duvarların derdine düşmüş. Kendisi duvarsız yaşamaya ve yürümeye sevmeden de olsa alışmışken, çocuklarının çok daha erken bir yaşta duvarsız kalmalarına kıyamamış, ve.. ne yapmış dersiniz?

O, kendi babasının tek tek öperek esirgediği parmakları ile çocuklarının sırtlarına duvar örmeye başlamış. Ellerinin acısı yüreğine oturmuş, ama dayanmış, kollarının ağrısı düşüncelerini parçalamış, ama dayanmış, çünki duvarsızlık çok acı, çok zor, çok ağır ve bir o kadar da huzursuzluk verecek kadar güvensiz, oynak, "bu küçükler bunu kaldıramaz" demiş kendi kendine ve dayanmış.

Bakmamış kendi sırtına bir daha hiç!

Bir gün yorulmaya başlamış, gittikçe artan bir yorgunluk, dinlenmesi bulunamayan bir yorgunluk, yoğun ve sürekli. Yürümek bile istemez oluyormuş artık, ama yürümezse çocuklar ne yaparlar, o koca yolun ortasında nerede durup ne yöne nasıl gidileceğini bile kestiremezler. Bir gayret tekrar doğrulup yürümeye koyulmuş..

Yorgun, isteksiz ama hala kararlı bir sürüklenme içindeyken birden birisi bir el atmış kızın yüküne. Şaşırmış bizimki , "bana yardım mı ediliyor? Neden? İstemedim ki! İstemek de bana yakışmaz zaten!" gibi edindiği o yalan kibirin ezberlerini tekrarlarken bir de dönüp bakmış ki yardım falan yok!

Meğer ne olmuş biliyor musunuz? O "birisi" eğilip, bizim kızın duygularına seslenmiş, demiş ki "duvarları örmüşsün ama çocuklarının sırtına koymayı unutup kendi sırtına yüklenmiş taşıyorsun! Yapma! O duvarların yeri senin omuzların değil! İndir, taşıma onları!"

Duygular aralarında toplanıp konuşmuşlar, demişler ki "doğru, bu omuzlar rahat olmalı ki biz de istediğimiz gibi bu ruhu besleyebilelim, böylece çocuklar kendi duvarlarına yaslanarak, anneleri ise bizim beslediğimiz ruhun kuvvetiyle yürümeye devam edebilsinler."

İşte böyle, bu hikaye daha bitmedi ama devamını henüz kimse bilmiyor, ne bizim kız, ne çocuklar, ne o "birisi", ne de duvarlar!

Derya
4 Ağustos 2005
01:30

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder