22.09.2007

UYANANLARIM IV. BÖLÜM

Bahçenin sağ köşesinde Leman Abla’ların evi vardı. Leman ablayı anneannem çok severdi, bu yüzden komşuluktan, özel sevgi bağı sebebiyle, adeta ailenin bir parçası olmaya terfi etmiş Leman ablanın evinin arka küçük avlusu bir merdivenle anneannemin bahçesine bağlanmıştı.

Leman abla sarışın, bembeyaz tenli, çakır gözlü, ufak tefek ama kıpır kıpır bir kadındı. Aslında koca kadındı ama annem ve teyzem ona “Leman abla” dedikleri için ben de ona abla diyordum çocukluğun vazgeçilmez ezberine uyarak. Bu “anne-baba”yı kayıtsız şartsız taklid etme bilgisi hafızama nasıl yerleşip yapı taşlarımdan birisi olmuşsa, ilerleyen yıllarda büyük oğlum Ömer henüz iki yaşında iken küçük oğlum Emir doğduğunda onu minnacık bir “abi” yapmış olmam cürmü ile beni kibarca suçlayan aile büyükleri

- Aman, Ömer’in yanında bebeği fazla sevme, hatta şikayet falan et, çocuk sarsılmasın, kıskanmasın, üzülmesin..

buyurduklarında,

- Siz ne kadar yanlış modeller çiziyorsunuz, elbette bebeği seveceğim, hem de özellikle Ömer’in yanında sesli seveceğim. Hayır, sizlerle inatlaşmıyorum, demek istediğim, bu çocukların modelleriyiz biz, benden gördüğünü önce “taklid sonra da tavır” edinecek ve kardeşini sevmeyi de benden ve babasından ve, ikna olursanız eğer, sizlerden öğrenecek..

dediğimde burun kıvırıp hatta biraz da “ukalalıkla” itham etmişlerdi beni sessizce. Ben ise, bu fikir ayrılığından birkaç hafta sonra, mutfakta bir işle meşgul iken Ömer’in hemen mutfağın yanında olan bebeğin odasından gelen şu sözleriyle haklılığımın gururunu yaşamıştım:

- Aman da uyumuş da güllere mi boyanmış, şeftali miymiş, canı mıymış?

Ömer, Emir’in karyolasının kenarına tırmanmış, ve henüz uyanmış ve onu gülen gözler ve kıpır kıpır oynayan kollar ve bacaklarla izleyen kardeşini hatırlayabildiği “benim cümlelerimle” seviyordu.

Nereden nereye atladım, evet, annemi birebir taklid ederek annemin bile abla dediği anneannemin komşudan “aileden biri” olmaya terfi ettirdiği “Leman abla”yı çok severdim. Bahçenin beni sarmalayan güvenli özgürlüğünde çok tanıdık ve sevgili bir köşetaşıydı Leman abla. Çakır gözlüydü demiştim ya, bu çakır göz tuhaf birşey, içinde yakamozlar var, hele ki Leman abla gülüyorsa, mutlaka gözlerinden yaşlar gelirdi, gözyaşlarıyla yıkanan o çakır irisler ise yaşlarla beliren kırmızı damarlarla renklenen gözlerin ortasında denizin içinde bizi şaşkınlığa düşürecek canlılıkta parlayan çakıltaşları gibi sürpriz renklerle yanıp sönerdi. Kendi gözlerimin çakır olmadığını öğrenmeme rağmen, bir ümit, gülerken ağlayamayan ben, ağlarken aynanın karşısına geçip kendi gözlerimde o pırıltıları bulmayı ümid ettim uzunca bir süre. Parlamadı o çakıl taşları benim gözlerimde.

Leman ablanın üç çocuğu vardı, kızı Güner, oğulları Cemalettin ve Fehmi. Bu üç çocuğun babası ve Leman ablanın kocası da Asım Efendi. Nedense “abla” denilen Leman’ın kocası Arnavut Asım, ne Asım Bey, ne Asım abi olabilmişti. Bunun arkasındaki hikayenin ne olduğunu hala daha tam bilmemekle birlikte hafızamdaki silik bir hatıra ve onun cılız cızırtılı sesi şöyle bir kayıt sunuyor bana sanki. Asım efendi aksi bir insan, huysuz, Leman abla anneanneme kısık sesle birşeyler anlatıyor, çocukların yanında bazı şeyler konuşulmaz ya, çocuk duymasın diye konuşmanın ses düğmesi birden kısılır ya, ve işte tam da bu sebepten çocuklar seslerin alışılmış frekanstan aşağı inmesine hemen dikkat kesilirler, o ana kadar takip bile etmedikleri, sadece tanıdık bir gürültü olarak çevrelerine sarmaladıkları konuşmayı bu volüm değişikliği sebebiyle “dinlemeye” başlarlar ya. En azından ben böyle yapmış olmalıyım ki, Leman ablanın küçük harflerle anlattıklarını dinlemişim demekki, bunlar onu üzmüş şeylerdi ve üzen de kocasıydı. Bugün düşündüğümde ise, Leman ablayı üzüyor olması sebebiyle Asım, “Bey” liğe ya da “Abi” liğe layık görülmüyor, ama belki Leman ablaya daha yumuşak davranmasına duygu vesilesi olur düşüncesiyle, ters empatiyle belki, “Efendi” sıfatı biçiliyordu üstüne. Demiştim ya, anneannemin adı Nazire idi, hayatı da “nazire” yaparak yaşadı, tam da annesinin ona uygun gördüğü ölçü ve formatta.

Leman abla bana tavuk kümesini hatırlatır, kümesteki horozu, kümesten yumurta toplamayı, bir de hindi kabartmayı:

- Kabaraaaamazsın kel Fatmaaaaa, anneeeen güüzel sen çirkiiiiin

Sahiden de hindinin karşısına geçip bunu söylediğimde, daha ilk seferinde bile, kabarmıştı hindi. İlk denememde başarılı olmuştum, tek hareketle neticeye varmıştım, müthiş bir kadındı bu Leman abla, güldüğünde gözlerinden yaşlar gelen, gözlerinin içinde yakamozlar parlayan, aksi ve huysuz Asım efendi’nin karısı, anneannemin arkadaşı, annem teyzem ve benim Leman ablamız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder