22.09.2007

UYANANLARIM VII. BÖLÜM

Bayram ve tatillerde anneannemde olurdum hep. Kendi evimizdeki “evin en küçüğü” kimliğimden, anneannemin evindeki “prenses” kimliğime keyifle atlardım.

Bahçeye bakan küçük odanın store’ları bayramlarda kapanırdı.

- Sakın açma, divan örtülerinin rengini solduruyor güneş

derdi anneannem. Oysa ben çoktan keşfetmiştim birkaç gün evvel bahçeye getirilen koyunun mahalle kasabı tarafından kesildiğini, benim de bunu görmemi istemediklerini. Bu sebeptendir ki, bana gerçeği söylemediklerinden yani, onlara inat o vahşeti, dualar ve okşamalar ardından başlayan ve koyunun yan yatmış, gözleri bir bezle bağlanmış bedeninin gırtlağına vurulan bıçak darbesi ve oradan toprağa akan kanlardan sonra birkaç titreyişi takiben hareketsiz kalışıyla son bulan kanlı ritüeli seyredip hem korkar, hem ağlar, koyunun bacaklarının titremesi bittiğinde ise acısının sona erdiğine sevinerek kendimi avuturdum.

Anneannemin, koyunun bahçede kaldığı o birkaç gün içinde onu sevip elleriyle beslediği ve bunları yaparken de hep anlam veremediğim bir acıma duruşuna tezat teşkil eden kesilme sırasındaki sabırsızlığı ve sonrasındaki keyifli telaşını ise kalbimdeki “anlaşılmazlar” arasına koyup hiç sorgulamazdım. Anlayamayacaktım çünki! Aslında kendimi de anlamıyor olmanın bir yansımasıydı bu belki de, zira o dehşet sahnesinin ardından sofraya gelen bol kekikli kavurmayı hiçbirşey olmamışçasına keyifle yerken kendimden de saklanırdım. Belki de bu yüzden geceleri tehlikeli balkona çıkıp danaları kovalayan bostancı fantazisiyle kendimi korkutarak cezalandırıyordum, kimbilir?

Küçük odada, soldaki divanın dayandığı duvarda anneannemin duvar saati asılıydı, anahtarla kurulan bir duvar saati. Divanın üstüne çıkıp öyle yetişebiliyordu annennem saate. Cümle kapısının koskocaman anahtarının küçük bir kopyası olan saat anahtarını porselen kadranın tam ortasındaki yuvaya sokarak sağa doğru tıkır tıkır çevirmek gerekiyordu kurmak için.

Nedense, bu saatin zamanı doğru, hatta dakik göstermesi anneannem için bir gurur meselesiydi. Hemen divanın yanında duran etajerin üstündeki Grundig marka radyodan ana ajans takib edilir, ajansın saat başlarında verildiği ölçü alınarak duvar saatinin dakikliği test edilirdi sürekli.

- Nermin, bu saat gene bugün 2 dakika geri kaldı, kızım şu saatçiye söyle, gelsin baksın, olmaz ama bu kadar, aaaaaa!

Nermin teyzem, zarif, şık, soylu görünümlü bir kadındı, hiç evlenmedi o. Anneannemle birlikte yaşadılar, Nazire’nin en küçük kızı zaman içinde annesiyle yer değiştirerek anneannemi evin küçük ve kaprisli kızı olmaya terfi ettirdi bilmeden, bilseydi gene yapar mıydı, emin değilim. O eğlenceli, şefkat dolu, toleranslı Nazire, Nermin teyzeme o kadar sudan sebeplerden kaprisler yapardı ki, teyzem belki de şaşkınlıktan refleks cevaplar verir, annesinin anlamsız ve biraz da acımasız taleplerini sorgusuz sualsiz, hani ha gayret zevk alarak yerine getirirdi sonsuz bir hoşgörüyle.

Nermin teyzem hayatını yaşamadı hiç, hep başkalarının hayatını yaşadı, bunu kendisi mi seçmişti, ona dikte mi ettirilmişti, neden itiraz etmemişti, bunları bilmek mümkün değil, ama neticede kendi hayatını yaşayamayan Nermin teyzem, genç yaşında kendisini de terketti zaten, Alzheimer denen barınağa göç etti ve bilmediği bir kişi olarak da hayatı terketti. Nermin yumuşak, hoşgörülü demekmiş, isim anlamı bakımından, anneannem gene nazire yapmış, ama sonucunun böyle olacağını bilseydi yapmazdı demek geliyor içimden. Kızının ismini böylesine, kendinden, kendisine sunulan hayattan dahi vazgeçecek ölçüde acımasız neticeler ve beyhude bir hayat yaratacak bir özveriyle yaşayacağını bilseydi, başka bir nazire yapardı, evet evet, bilemedi, ölçü kaçtı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder